Aylarca kustum, tonlarca kilo aldım, ayaklarım hunharca şişti ve 2 numara büyük ayakkabıyı dahi sığmadı ayağım. Kimi zaman yemek yemek dahi istemedi canim, kimi zaman da patlayıncaya kadar yesem de doymadım, cilt dayanamadı karnımda yırtıklarım oldu, yürümekte oturmakta hatta yatmakta bile zorlandım zaman zaman. Bazen aylarca kalkmadı kafam yastıktan…
Sonra sancılar. Düşünsene bir candan can geliyor. Sonra ameliyat. Düşünsene bıçak altıncasın. Karnında bir uctan bir uca kadar yırtık. Her biri birden ızdıraplı doğumlar. Bir insan buna neden razı olur ki diye düşünmemek için hiç bir sebebim yok öyle deli saçması. Niye peki? Bir nefes için… Kokumu aldığında susan, gözlerimin içine baktığında ruhunu gören, yaşamının benim elinde olduğunda bilip savunmasızca teslim olan, güldüğünde yüreğimin eridiği, ağladığında içimin yandığı, hasta olduğunda aklımı kaçırmaya sebep olabilecek bir üzüntü duyduğum, uyuduğunda “nefes alıyor mu acaba?” diye bin türlü maymunca formülle kontrol ettiğim bir mucize için…
Sonra… Sonrası daha vahim. Bodiysindeki etiketleri bile kesiyorum. Cildini tahriş etmesin diye. Bezin bandina bile dikkat ediyorum kayıp iz yapar karnına diye. Yemeklerinin sıcaklığının üzerine titrerim dili yanmasın diye.
Güzel tarafları da var tabi. Şimdi önümüzde okul hayatı var. Arkadaş çevresi, kendi düşünceleri de olacak tabi. Bazen anlaşamasakta orta yol bulacağız mutlaka.
Peki bunları neden anlattım. Bir anne bunları neden yaşar! Senin insanlıktan nasibini alamamış kalbinin karanlığında boğulsun diye getirmedim dünyaya. Senin sıfat bulamadığım varlığına oyuncak olsun diye yapmadık çocuğumuza…

Share: